FLAŞ HABER..AH BE DİVA YAKTIN BİZİ
MÜZEYYEN SENAR, (Feraye’dir kızımın adı Feraye) Eğer bir kızım olursa adını Feraye koyacağım… Sadece divalığıyla değil karakteri ve edasıyla da herkesin içine işlemiş müthiş bir kadın Müzeyyen Senar. Bir de onun içinden çıkan var ki, o da esaslı kadındır: Kızı Feraye Işıl. Bu, ikisinin hikâyesi…
Herkesten sadece bir tane var. Dolayısıyla herkes biricik…
Ama işte bazıları, daha biricik…
Müzeyyen Senar onlardandı. Muazzam bir kadın ve fazlasıyla benzersizdi. Huzur içinde uyusun.
Hakkında çok şey yazıldı hafta içinde, ben de dedim ki kızı Feraye’yle ilgili bir şey olsun.
Feraye Işıl, Müzeyyen Senar’ın tek kızı. O da çok esaslı, nevi şahsına münhasır kadındır. İnsana kıymet verir, halden anlar. Çok hikâyelidir de haliyle.
İsminden başlayarak…
1945 Haziran’ı. Müzeyyen Senar, Şişhane’deki Novotni Gazinosu’nda programa başlar. Haftada bir akşam çarşambaları Tokatlıyan Oteli Salonu’nda da söylüyordur. En yüksek yevmiyeyle: 150 lira.
Cumhuriyet’in Divası Müzeyyen Senar biyografisinde (Radi Dikici, Remzi Kitabevi) kendi anlatır: “Tokatlıyan müşterisi, gazinolara göre daha seçkindi. Eğlenmek için değil musiki dinlemek için geliyorlardı.
Ben de programlarımı buna göre hazırlıyordum. Özellikle defterime kaydettiğim ve gazinolarda pek icra edilmeyen makamlarda şarkı söylüyordum.” Tokatlıyan’a her çarşamba gelen biri vardır: Naci bey. İstanbul Gümrük Müdürü. Bir akşam program sonrası der ki “Kızım, gençliğimde çok meraklı olduğum için musiki dersleri almıştım.
Bu akşam nikriz makamında eser okuyunca dayanamadım sana geldim. Zannederim saz arkadaşlarının hepsi gitmemiştir. Onlardan bir veya ikisini çağırsan, sana nikriz makamında bir Muğla zeybeği geçmek istiyorum.”
Müzeyyen Senar’ın çok hoşuna gider, Naci bey söylemeye başlar, saz ona uyar, derken kendi de katılır: “Ferahi’dir kızın adı Ferahi / Yar yandım aman esmer yarim de / Aman da aman Ferahi / Hop tiri ninna na ninna nay / Ninna ninna nay aman da aman Ferahi…”
“Harikaydı. Naci beye teşekkür ettim. Hatta ona, ‘Eğer bir kızım olursa adını Ferahi koyacağım’ dedim. Şarkı öğrenme konusunda müthiş bir yeteneğim vardı. Çok kere, bir defa dinlediğim şarkıyı hemen kapıyordum. Selahattin Pınar’ın bana söylediği bir söz vardır.
Yıllar önce onunla yeni bir bestesini geçiyorduk. Tanburunu alıp baştan sona kadar eseri okudu.
Sonra ben ilk defa duyduğum eseri okumaya başladım: ‘Beni de alın ne olur koynunuza hatıralar / Dolanıp kalayım bir an boynunuza hatıralar’. Şarkı bitince Selahattin bana dönüp ‘Müzeyyen inanamıyorum. Bir papağan gibi nasıl bu kadar çabuk kaptın,’ dedi. Bu sözü başka meclislerde de tekrar etmiş olmalı ki, çok kere ‘O papağan gibidir.
Bir kere dinlemiş olması yeter,’ denmeye başladı. Bir seferinde saz arkadaşlarımızla hep beraber oturmuş konuşurken Şükrü Tunar ‘papağan’ lafını tekrar edince Şerif İçli oradan atıldı ve şöyle dedi: ‘Bence bu doğru değil.
Papağan duyduğu şeyi aynen tekrar eder. Müzeyyen ise şarkıya ruhunu verir. Buna başka bir isim koymak gerekir.
‘ Galiba bundan sonra bu söz bir daha tekrar edilmedi.” FERAHİ, FERAİ , FERA YE…
“Ferahi isimli Muğla zeybeğini öğrenmiştim. Hemen ertesi akşam gazinoya varır varmaz, hikâyeyi diğer saz arkadaşlarıma da anlattım. Zaten İsmail ve Kadri Şençalar biliyordu. Önce ben okudum. Sonra saz arkadaşlarım yavaş yavaş esere girdiler. Ancak bir nokta vardı ki beni rahatsız ediyordu.
İkinci tekrarda da onu buldum. ‘Ferahi’dir kızın adı Ferahi’yi ‘Ferai’dir kızın adı Ferai’ diye okumaya başlayınca her şey yerli yerine oturmuştu.
Daha sonra da Ferai’yi, Feraye olarak değiştirdim ve öylece de kaldı. Feraye türküsü ilk olarak 1945 yılının Temmuz ayı içinde Novotni Gazinosu’nda çalınıp söylenmiş oldu.” “Ertesi çarşamba, Tokatlıyan’da Ferai’yi en sona bırakmıştım
Hikâyeyi kısaca anlattım ve Naci beyi işaret ederek ona teşekkür ettim ve bu türküyle programı bitirdim. Bir ay geçmemişti ki Feraye türküsü herkesin dilinde idi.”
Müzeyyen Senar hamileliği nedeniyle 1947’nin Ocak ayını evde geçirir. Evde doğurmaya kararlıdır, hastaneye gitmeyi düşünmüyordur: “Hamam merakım her zaman vardır. Karnım burnumda olduğu halde, 1 Şubat 1947 günü hangi akla hizmetse, Galatasaray Hamamı’na gittim.
Hamama yeni girmiştim ki, birden sancım tuttu. Daha önce iki çocuk doğurduğum için bunun doğum sancısı olduğunu hemen anladım. Dışarı çıkıp hemen Doktor Bahar’a telefon ettim.
O da ‘Çabuk eve dön’ dedi. Ev çok yakın olduğu için Nazmiye koluma girdi ve yürüyerek eve geldik. Doktor Bahar benden önce gelmişti. Muayenesini yaptı ve ‘Saat üçten evvel doğurman söz konusu değil, ben buraya uzanıyorum, üçte uyandırın,’ dedi.
Biz her türlü hazırlığı yaptık. Saat üç olunca Bahar kalktı ve beni tekrar muayene ettikten sonra ‘Vakit tamamdır,’ dedi. Gerçekten birkaç dakika sonra doğum gerçekleşti. Bir kız çocuğum olmuştu.
Doğumdan sonraki ilk anlar ne güzeldir. Hem rahatlamışsınızdır ve hem de yarattığınız meyveyi kucağınıza aldığınızda dünya insana bir başka güzel görünür. Sevinçten çıldırmıştım. ‘Feraye’dir bu kızın adı’ dedim.”
Ertesi gazeteler, Müzeyyen Senar’ın bir kızı olduğu, adını da Feraye koyduğunu müjdeler. Eve kocaman bir çiçek gelir, adeta isim babası sayabileceğimiz Naci beydendir.
Gazinoya döndüğü ilk akşam deli bir kalabalık, sevgi, coşku, alkış kıyamet vardır. Müzeyyen Senar, programın sonunda Feraye’yi okur: “Feraye’dir kızımın adı Feraye / Yar yandım aman esmer yârim de / Aman da aman Feraye…”
Güle güle sevgili Müzeyyen Senar.
Hoşgeldin sevgili Feraye Işıl
KAYNAK:defineruhu.com
Devamını oku » »